FABİSAD Karga Mecmua’da
Kadıköy’deki KargART‘ın hazırlayıp ücretsiz olarak dağıttığı Karga Mecmua‘nın Haziran sayısında Melda Köser‘in yaptığı röportaj. (KargART, Karga Bar’ın 4. katıdır.)
Melda Köser :FABİSAD çok yeni bir dernek olmasına rağmen hem yazılı hem sosyal medyada büyük bir ilgiyle karşılandı,bu ilginin nedeni Türkiye’de bu tarz girişimlerin eksikliği olabilir mi?
Erbuğ Kaya : Öncelikle evet, bu tarz girişimler eksik. Dernekten önce herkes çok dağınıktı, şimdi insanların ellerinde ürün varsa ilk etapta gelebilecekleri bir yer oldu. Bir de sessiz bir sıkıntı var gibiydi, bende vardı mesela, neden dünyaca ünlü bilim kurgu yazarımız yok, neden fantastik romanlarımız dünyaya açılamıyor derken FABİSAD ile insanlar bir anda buradaki yazarların,çizerlerin farkına vardılar.
Altay Öktem : Şöyle diyebiliriz belki, Türkiye’de fantastik, korku ya da bilimkurgu yazarlarının sayıları daha az, kendilerini ifade edecek alanları da çok azdı. Bu yüzden biraraya gelmeleri ya da daha etkili işler yapmaları çok daha zordu.
MK: FABİSAD umut verici bir dernek oldu. Peki dernekte işler basıl işliyor? Her zaman,çizen ya da eleştiren dahil olabiliyor mu derneğe? Yoksa belli kriterler, bir ön eleme çalışması yapıyor musunuz? İlerde planladığınız projelerden bahseder misiniz?
AÖ: Derneğin en uzun süreci kuruluş aşaması oldu,oldukça ciddi bir tüzüğü var, tüm kriterler birer birer oluşturuldu, derneğe üye olmak için de belli var en azından türlerin herhangi birinde ürün vermiş olmak veye aktif olarak ciddi çabalar gösteriyor olmak gibi.Başvurular önce üye komisyonunda değerlendiriliyor daha sonra yönetim kuruluna sunuluyor,yönetim kurulu toplanıp karar veriyor,her üyemiz üzerinde çok ciddi anlamda düşünülüyor.Bi de farklı birçalışmaya girdik,gönüllüler platformu oluşturduk ve çok ciddi bir talep var. Yılda bir, Bu alanda o sene neler olduğunun dökümünü yapan kapsamlı bir yıllık çıkarmayı düşünüyoruz.Bu arada farklı festivaller,üniversiteler ve yurtdışındaki ilgili insanlarla ortak çalışmalar da şu anda gelişim aşamasında ama ard arda hepsi gerçekleşecek.
Göktuğ Canbaba: Merak edenler internet sitemize bakabilirler,orada üyelik kriterleri de dahil olmak üzere FABİSAD ile alakalı bir çok bilgiye ulaşabilirler. Festivaller düzenlemek de planlarımız içerisinde, çizerlerle workshop’lar yapılabilir,Kerem Beyit,Yıldıray Çınay,Ertaç Altınöz gibi çok başarılı çizerler de var derneğimizde,sadece yazarlar için değil,türün sanat dallarından birçoğu için çalışmalar yapmayı düşünüyoruz.
EK: İlk etkinlik olarak Giovanni’nin (Scognamillo) ismini de markalaştırmak adına Gio öykü ödülleri düzenlemeyi planlıyoruz. Bunun çizerler için de bir ayağı olacak.Aslında bunu ilerdeki senelerde dallandırıp Oscar-vari bir ödül haline getirmeye çalışacağız. Bu yarışmaya katılan öykülerin, toplanıp bastırılması gibi bir düşüncemiz de var.
MK:O zaman,FABİSAD kurulmadan önce Türkiye’deki fantastik edebiyat yazarları, çizerleri veya bu alanda çalışmalar yapan insanlar, tek başına ve dağınık durumdaydı diyebilir miyiz?
AÖ: En temel hedeflerimizden biri de birlikte ilerlemek zaten. Şöyle bir sıkıntı var Türkiye’de, edebiyatla ilgili olarak düşünürsek bir çok dergi çıkıyor fakat bu türlere karşı tuhaf bir kapalılık da var. FABİSAD’ın bir amacı da bunu ortadan kaldırmak, bir güç ve baskı alanı kurmak, okurların takip ettiği yazarları,çizerleri rahatça bulabilecekleri platformlar oluşturmak ya da var olan küçük küçük platformları biraraya ve ulaşılır bir hale getirmek. FABİSAD’ın içinde senaryo yazan adam da var, çizgi roman yapan da var, yönetmen de var, bu tür dallarda her şeyi profesyonel olarak yapan bir kadyoya sahibiz. Bir de, tek başına bir yazar, çizer olarak yurt dışına açılabilmek çok zor, yurtdışındaki bu tarz derneklerle,bir dernek olarak iletişime geçmek çok daha kolay olabiliyor, bu sayede yurtdışıyla bağlantı kurmak da kolaylaşıyor.
MK: Peki sizce neden Türkiye’de fantastik filmler, romanlar yurtdışındaki kadar talep görmüyor, neden yapımcılar bu tarz işlere eğilmiyorlar? Bu sadece bütçeyle mi alakalı yoksa hitap edecek kesimi bulamayacaklarından mı korkuyorlar?
AÖ: Bu kafayla alakalı bence. Ne olursa olsun Türkiye bir Doğu toplumu. Olaya ordan başlamak gerekiyor çünkü bahsettiğimiz türlerin hepsi hayal gücüne dayanıyor. Bu toplumlarda hayal gücü çok korkutucu bir şey. Sadece edebiyat,sinema, çizgi roman anlamında bakmamak gerekiyor, genel anlamda kültürümüzde hayal kurmak tehlikeli görünür. Fakat şu unutuluyor; bilimin ve sanatın gelişmesi önce hayal etmek ve kurgulamakla başlar, bu yüzden Batı’da bu türler çok gelişmiştir. Hatta öyle gelişti ki artık geri plana düşmeye başladı. Türkiye’de kalıplaşmış bir edebiyat anlayışımız var, uzun yıllar toplumcu gerçekçi çizgide ilerledi edebiyatımız. Bizi gerçeklikten uzaklaştırmak için Batı’nın empoze ettiği türler olarak görüldüğü için özellikle bilim kurgu ve fantastikten edebiyatımız uzak tutulmaya çalışıldı. Bu yüzden de merkezi edebiyatın içine bu türler hiçbir zaman kabul edilmedi. Oysa Batı kendine mi kurdu bu komploları bilemiyorum, çünkü birçok şeyin hayalini kurdu ve hayalini kurduğu pek çok şeyi gerçekleştirdi. Biz hala aynı yerde debeleniyoruz.
EK: Türkler uzayda dediğimizde millet gülüyor, bizde hala komik bir şey bilimkurgu. Bu anlamda ilk görev biraz da bize düşüyor. Biz hayal kurualım, birileri bunu gerçekleştirsin ve olabileceği görülsün artık.
GC: Hala bu edebiyatın çocuklar için yazıldığını sananlar var.
MK: Erbuğ, öncelikle kutlarım, yeni romanın raflarda yerini aldı. Bu roman Beşlerin Çağı, Giddar’ın devamı olarak çıktı, bize biraz bu serinin ortaya çıkış sürecinden bahseder misiniz? Çünkü sen ve Göktuğ ” High Fantasy” türünde yazan yazarlarsınız, bu biraz daha farklı bir tür olduğu için ortaya öıkış süreci merak uyandırıyor.
EK: Aslında bu ülkenin içinde yaşayan biri olarak, olaylara karşı belli bir bakış açım vardı. İlk olarak anlamadığım bir insanın nasıl vicdanını geçip de yukarından gelen bir öğretiyle hiç düşünmeden can alabilmesiydi. Bunu düşünürken insanların topğluluklar halinde sürekli sınıflandırılmasını ve bu arada öteki sınıflara nefretle bakmasını anlayamadım ve konunun tek kaynaktan geldiğini düşünmeye başladım. Ben de on üç tanrılı bir sistem, evren yarattım. Bu tanrılar bir zamanlar insan konumundaydı ve kendi evrensel yolculuklarında bir gücü elde ettiler, kim olduklarını unutup bu gücü kötüye kullanmaya başladılar yarattığım evrende. İnsanlıklarını unutup insanı merak etmeye başladıkları bir hikaye oluştu. Ana karakterin sevdiği bir insanın peşinden giderken, düzenin dışına çıkmasıyla ilgili hikaye devam ederken, üst tarafta başka olayların işin içerisine karışması üzerine, ana karakterin etrafı kalabalıklaştı ve böylece sonunda tanrıların karşısında çıktılar. Aslında, sistemi sorgulayıp, bir düzeni nasıl yıkarım demem üzerine başladı bu seri. Önce kendini düzenin dışarısına çıkarıp, sonra seni anlayan, dinleyen insanlarla biraraya gelip, en tepeye çıkıp nasıl dur denilebileceğini anlatmaya çalıştım. Karakterlerin başlattıkları isyan bir kaos getirdi. Bu kaosun içinde bazı şeyler değişmeye başladı normal olarak. Bir tarafta çok sert bir düzen çıktı ortaya ama öteki tarafta da gerçeği anlatanların düzeni kuruldu. Esas amaç bir tanrının karşısına çıkıp ”Bak biz neler yaptık,” demek değildi. Aslında insanlar için ne yapılabileceğini bulmaktı.
MK: Göktuğ, senin de ilk romanın olan Ozanın Şarkısı high fantasy türündeydi, ilgilenenler için high fantasy nasıl yaratılıyor, bu nasıl bir süreçtir biraz bahseder misin?
GC: Fantastik edebiyatın türlerinden biri aslında high fantasy. Bir dünya yaratmak, yeni ırklar, yeni bir sistem, yeni diyarlar, yeni tanrılar, yeni bir düzen… Aslında yaratıcılığın en fazla işlediği türlerden biri. Yine burada önemli olan şey tutarlılığının olması. Evat, bir şeyler yaratıyoruz, belli ırklar yaratıyor, belli düzünler kuruluyor ama bu kafadan atarak bir şeylerin yaratılma süreci gibi algılanıyor bazen. Ama aslında bu türün de bir tutarlılığı olması gerekiyor ki anlatılan şeylerin içinde bir bütünlük sağlanabilsin.
MK: Şeytan Ayetleri bir çok fanzinseveri mutlu etmişti, fanzin arşivlemesi zor bir şey neticede, her an yerde bulunan, düzenli bir çizgide ilerleyen bir şey değil, bu yüzden Şeytan Ayetleri keyifli bir çalışma olmuştu. Ben ilk basımını hatırlıyorum, daha inceydi ve daha az görsel vardı. Sanırım Everest Yayınları’ndan çıkan hali biraz daha üzerine eklenmiş bir çalışma olmuş, devamı gibi bir şey düşünüyor musunuz?
AÖ: Everst’in bastığı biraz daha genişletilmiş bir çalışma oldu. Görsellere biraz daha ağırlık verildi, sayfa düzeni üzerine özel olarak çalışıldı. Bir de farkılı afişler, fotokopi ile yapılmış kitaplar gibi çalışmaları da içerisine ekledim. Devamını hiç düşünmüyorum. Fanzin Türkiye’ye geç gelmiş bir kültür. Dünyaya baktığımızda 70’lerde yükselmişti, 80’lerde ciddi bir fanzin atağı oldu. Türkiye’de ise 90’larda yaşadık o atağı. Şimdi yeraltı kültürü de biraz değişti, popürlerleşmese bile biraz farklılaştı, çok fazla heyecanı kalmadı. 80’lerde ya da 90’lardaki yeraltı kültürünün bugün bir karşılığı yok. Bu yüzden fanzinin de artık pek bir karşılığı yok. Fanzinlere harcanan enerjinin büyük bir kısmı blog’lara dönüştü. Bu aslında fanzinin değil de bir kültürün değişimi. Artık fanzinler falan biraz nostaljik oldu. Ben o zamanki çalışmalarıma tuhaf bir özlem yaşayarak bakıyorum.
MK: Özellikle aykırı işler yapan ve fantastik edebiyat üzerine eğilmiş yazarlar olarak, Yumuşak Makine, Ölüm Pornosu davaları ve bazı dergilerin siyah poşete konması gibi olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir kitabın ya da yapıtın topluma sunulup sunulmayacağını gözden geçiren ve hatta yasaklayan seçici kurullara söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
GC: Yasaklamakla kalmayıp bir de edebiyat örneği olup olmadığına karar vermeye başladılar. Yumuşak Makine bir edebiyat örneği değildir gibi bir karara vardılar en son. Bir de o kadar saçma bir şey ki bu, eserin edebiyat olup olmadığına karar veren insanlar edebiyat yapan ya da en azından bu işin içerisinde olan insanlar bile değiller. Daha önceden de yapıyorlardı, Yatak Odasında Felsefe gibi birçok kitabı da yasaklamışlardı bir ara.
AÖ: Bence bu noktada fantastik edebiyat gibi türlere çok ihtiyacımız var. Fantastik edebiyata yabancı olan insanlar için şöyle bir anlayış var, gerçekliğin dışında uydurma bir dünya kurup orada hayal ürünü şeyler anlatılıyor. Kardeşim tamam da bu dünya daha uydurma bir dünya. Öyle bir şey ki biz asıl fantastik olanda kendimizi bulmaya çalışıyoruz. Şu yaşadığımız ortama bakınca, diyorum ki böyle bir kurgu yapılamaz,birisi çıkıyor kitabı inceliyor ve diyor ki bu edebiyat ürünü değildir! Burroughs’tan bahsediyoruz. Batı’da adam adına üniversitelerde kürsüler kurulmuş, edebiyatçılar adamın üzerine tezler hazırlamış, öğrenciler hala bunları inceliyor, notlar alıyor, sınavlar yapılıyor, uluslararası çalışmalar yapılıyor adam üzerinden, sonra Türkiye’ye geliyorsun ve böyle korkunç bir fantazi olamaz. Birileri okuyor sözde, sonra bunun edebiyat eseri olmadığına karar veriyor. Yani high fantasy bile olsa bilemiyorum böyle bir dünya kurgulayabilir misiniz?
EK: Ben kendi adıma çok utanıyorum ama bir yandan da demek ki hala okuyan adamdan, kitaplardan korkuyorlar diyorum. Hiç değilse bu biraz umut verici.
NOT: Röportajın daha uzun halini ilerleyen günlerde http://www.kargamecmua.org/ adresinden okuyabilirsiniz.
Haber: Merve Öztorun